25 Aralık 2015 Cuma

Afyon D.M.O. Arazisi Neyi Bekliyor?



    Afyon Çimentonun yanı başında, katlı pazar yeri (çarşamba pazarı) karşısında yer alan Afyon Devlet Malzeme Ofisi Müdürlüğü 2008 yılında kapatıldı. Özelleştirme İdaresine devredilen 12.890 m2 yüzölçümlü arazi haziran ayında Konfor Gayrimenkul şirketine 7 milyon 100 bin liraya satıldı.


     Geçen altı aya rağmen, Konfor Gayrimenkul firması tarafından DMO arazisinin nasıl değerlendireceği hakkında bir açıklama yapılmadı. Mevcut binaların yıkımı yapılmadığı için atıl şekilde duruyor ve bu haliyle uyuşturucu kullananlara, sarhoşlara ev sahipliği yapıyor. Terk edilen binaların her yerinde içki şişeleri, bali ve tiner kutularına rastlamak mümkün.


     Konfor Gayrimenkul'ün yıkım işlemlerine başlamak için Afyon Çimentonun taşınmasını bekliyor olabileceği o yüzden yıkıma başlamadığı düşünmek gayet mantıklıdır. Fakat katlı pazar yerinin açılması ve son olarak Afyon Park AVM'nin hizmete girmesiyle gayet işlek bir hal alan yol üzerinde bulunan DMO arazisi için en kısa süre içerinde nasıl kullanılacağı hakkında karar alınmalıdır. Ve bu süre zarfında her hangi bir suça mahal vermeden Afyon Belediyesi ve Emniyeti tarafından  gereken önemler alınmalıdır.

12 Kasım 2015 Perşembe

Gerçekten Derdiniz Başörtüsü mü?


     Kaçma riski bulunmayan bir kimseye hangi kimlikte olursa olsun kelepçe takılmasına şiddet gösterilmesine karşıyım. Ki başbakan gereğini yapmış, soruşturma başlatmış ve akabinde emniyet müdürünü görevden almıştır. Ama bu ülkede başörtülü kızlar bileğinin hakkıyla kazanarak geldikleri üniversitelerden sürüklenerek dışarı atılırken "Başörtüsü füruattır. Teferruatlara takılmayın." diye vaaz veren çakma hoca efendilerin “Tarihin hiçbir döneminde hiçbir yezid, hiçbir haccac, hiçbir zalim tarafından bu zulüm uygulanmadı.” demesi beni çileden çıkarıyor. Peygamber efendimizin rüyalara girip tweetleri katlayın dediğini söyleyen bu zatlar iktidarlar değişse de takır takır işleyen çarklarının bozulmasının derdiyle başörtüsü sevdalısı oluverdiler.

      Kendini kainat imamı zanneden zat! Bu ülkede insanların geleceğinin önüne sırf baş örtülü diye setler vurulurken neden cemaat ablalarının başını açtırdın? İnsanlar yüreklerinin yangınıyla yapılan zulmü haykırırken neden cemaat mensuplarına meydanları yasakladın? O meydanları yasakladığın ablalar abiler şimdi bizzat senin emrinle sırf Erdoğan düşmanı oldukları için CHP-MHP-HDP mitinglerinde fink atıyor. Zamanında Merve Kavakçı’yı cinnet geçirerek “had bildirerek” dışarı atan Ecevit’e sırf okullarınıza karşı iyi tutum sergiledi diye çarkınıza karışmadı diye (haşa) şefaatçi olmadın mı?

     Çakma Hoca Efendi şimdi üzerine devredilen görevi yerine getirememenin üzüntüsüyle sahiplerine karşı mahcup. Ah ne güzel olacaktı şu 2012’de MİT Başkanı Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’ı devirip “güneydeki dost ülke” adına one minute’nin ve Mavi Marmara’nın intikamını alıverseydi? Hadi o olmadı Gezi, 17 Aralık ve Mit tırları baskını düzenleri de boşa gitti? 7 Hazirandan sonra yönetimde de kaos çıkmadı? Hele şu 1 Kasım yok mu 1 Kasım. Bu milletin yatacak yeri yok. Hoca’ya bu yapılır mı? Nasıl uyuyacak şimdi o mütevazi villasında rahat rahat? Ama pes etmek yok direnmek lazım nasıl olsa kainat imamından cennette rezervli “Meryem validemiz, Hatice validemiz, Ayşe validelerimizin mertebeleri” (tövbe haşa) hazır. (Dikkat kinaye var.)


     “Tabanı ibadet, ortası ticaret, tavanı ihanet” olan hareketin tabanına belki artık umutsuzca ama inatla sesleniyorum: Tüm bu olanlara dışarıdan bakın. Bediüzzaman'ın neredeyse tüm talebeleri Gülen’i terk etmişken siz kime karşı kimlerlesiniz? Sol hareketin yıllarca sömürdüğü alevi yurttaşlara döndünüz. Şu yapılanları Gülen hareketi değil de başka bir cemaat yapsaydı ne derdiniz? İhaneti görün ve yeter artık deyip aramıza dönün. 

27 Ekim 2015 Salı

Yürü Kardeşim! Ayaklarına Bir Kudüs Gücü Gelsin.

     1 Kasım'a çok az kaldı. 1 Kasım sadece bir seçim değil: Bu toprağın insanları için, alem-i İslam için, Afrika için, Asya için, Balkanlar için, Orta Doğu için, Kudüs için bir dönüm noktası. Evet o yüzden Nuri Pakdil'in o meşhur dizelerini yazımın başlığına taşımak istedim.

     Çocukluğumdan beri yaşadığım ev nedeniyle siyaset ile iç içe büyüdüm. Çocukluk yıllarımdan beri hem ailemin hemde ilk okul hocamın etkisiyle çizgi film yerine haber bültenleri, tartışma programları izledim. Babam 28 şubat darbesi sonrası siyasete küsmüş, demokrasi ve seçime inancı kalmamış eski bir Refah Partili işçiydi. Yarım yamalak hatırladığım ilk siyasi olay Turgut Özal'ın vefatıydı. Bir oda dolusu kadın sanki ailelerinden birini kaybetmiş gibi ağlıyorlardı. Bir de 1996 yada 1997 yılıydı her halde katılımın zorunlu olduğu "Türkiye laiktir laik kalacak." "Kahrolsun Şeriat" sloganlarının atıldığı okul yürüyüşlerini hatırlıyorum. Siyasi muhakemeler yapabilmeye başladığım yıllar CHP'nin dışarıdan desteklediği Anasol-D ve DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetleri dönemlerine denk geliyor. Lise yıllarında her yazdığım kompozisyon baş örtüsü zulmüne çıkıyordu. Üniversite kapılarından duvar dibinde başını açıp boynunu bükerek geçmek zorunda kalan genç kızlar, cuma namazı çıkışında yapılan polis coplarıyla karga tulumba gözaltılarla son bulan protestolar geliyordu aklıma nasıl başka bir şey düşünebilirdim ki. Her sakallı her çarşaflı potansiyel hizbulvahşetciydi. Aileler küçük çocuklarını yasak olan yaz Kuran-ı Kerim kurslarına gönderebilmek için cami hocalarına yalvarırdı. Öyle şimdiki gibi büyük büyük salonlarda sohbetler yapmak ne demek telefonda "sohbet" yerine "misafirlik" denir, komşular huylanmasın diye ayakkabılar kapı önünde bırakılmazdı. Kurban derilerini Türk Hava Kurumu'ndan kaçırabilmek için akla kara seçilirdi.

   2002 yılında Türkiye Ecevit'in, belki yaşının da getirdiği yorgunlukla, halkta oluşturduğu cılız ve aciz duruşuna inat genç, gür sesli, hatip bir liderle tanıştı. Recep Tayyip Erdoğan halk için ailesinden çıkmış biriydi: Tek parti dönemi, koalisyonlar ve darbelerden gına gelmiş ihtiyar dedeye; genç, vurduğunu deviren bir torunu, akşama kadar işsiz güçsüz kahvede oturan adama okey masasındaki ortağı, üniversitede ne olacak bu ülkenin hali, bizim kaderimiz büyük devletlere avuç açmak mı diyen gence bir umuttu Erdoğan. Kısacası devlete karşı milletin, patrona karşı işçinin, Ohale karşı Kürdün, merkeze karşı çevrenin adamıydı. Evet 2002'de Ak Partiyi tanımlayan en iyi ifade "çevrenin partisi" idi.

   Ak Parti 2002'den bu yana devletin daha doğrusu sistemin ayakta kalabilmek için seçimden seçime istismar ettiği ama hiç bir zaman dertleriyle dertlenmediği, çözüm bulmaya çalışmadığı çevre için adres oldu. Ohal'in kaldırılmasından baş örtüsü zulmünün sonuna, 301. madde iptalinden DGM'lerin kapatılmasına, derin devletin tasfiyesinden işkencenin bir usul olmaktan çıkarılmasına, EMASYA'nın iptalinden MGK'nın sivilleşmesine, Kürtçe kanalların açılmasından Kürtçe seçmeli derse, Köylerin isimlerinin iadesinden azınlıklara mülkiyet hakkının verilmesine... Hak ve özgürlükler alanında bir çok sıkıntıya çare oldu. Son döneminde ise daha çok yatırım alanında icraatler yaptı. Bu durum Ak Partiyi azar azar çevreden merkeze taşıdı belki ama yine de 1 Kasım öncesi iktidara aday partiler içerisinde halkın sorunlarına en yakın parti yine Ak Parti.

    1 Kasım öncesi görev biraz da bizlere düşüyor. Bizler derken Ak Partinin mevcut halinden kayıtsız şartsız memnun olan kardeşlerimi kastetmiyorum. Ak Partinin devletçi çizgiye kaydığını düşünen 7 Haziran'da ihtarını çekmiş veya dayanamamış yine oy vermiş ama içi buruk kardeşlerime sesleniyorum. Tamam Ak Partinin şimdiki hali "adil düzen" diye yeri göğü inleten Refah Partisine benzemiyor, tamam 2002'deki gibi Kore gazisi Akif dedenin, öğretmen emeklisi Ahmet amcanın, İşçi Mehmet'in, öğrenci Akif'in dudakları kuruncaya kadar anlattığı savunduğu parti değil. Ama Allah aşkına kim var daha bizden olan; yıllarca Kemalizm dayatmasıyla halkın her kesimine zulüm eden 13 yılın kuyruk acısını çıkarmak için zaman kolladığı her halinden belli olan CHP mi, yoksa milliyetçiliğinin içini boşaltarak faşizme indirgeyen, lafa gelince mangalda kül bırakmayıp bir derde derman olmuşluğu olmayan, hayırcı MHP mi, yoksa sosyalizmden barıştan bahsedip katil PKK çetelerine sırtını dayayan HDP mi? 

     Gönül isterdi ki bu seçim; Ak Partiyle Fatih Erbakan'ın Saadet Partisinin veya Muhsin Yazıcıoğlu'nun Büyük Birlik Partisinin veya Sezai Karakoç'un Yüce Diriliş Partisinin ve yahut Kemal Burkay'ın Hak-Par'ının iktidara yarıştığı bir seçim olsaydı. Hangi parti iktidar olursa olsun kazanan halk olur diyebilirdik. Ama maalesef 1 Kasım Ak Partiyle; küresel güçlerin, paralel yapının, PKK'nın özetle batılın seçimi. 1 Kasım Batıya karşı doğunun, sömürgeciye karşı Afrikalının, Sisi'ye karşı Mursi'nin, Esad'a karşı Özgür Suriye'nin, Tel Aviv'e karşı Kudüs'ün, zalime karşı mazlumun seçimi. 

     Velhasılıkelam, 1 Kasım sabahına kadar kırgınlıklarımızı ve kızgınlıklarımızı seçim sonrasına erteleyip Türkiye'nin ve alem-i İslam'ın bekası için içimizdeki Kudüs'ü canlandırıp koşturmalıyız.  Tıpkı Refah Partisi’nin Türkiye siyaset tarihine geçtiği 1995 seçimlerindeki gibi girmediğimiz kafe, internet kafe, meyhane, birahane, kahvehane bırakmayalım. Komşularımızın kapısını çalalım onlara 1 Kasım'ın ülkemiz için mazlum İslam coğrafyası için önemini anlatalım. Ve 1 Kasım akşamı tüm küresel oyun kurucuların hesaplarını alt üst edelim. Bizde o güç var yeter ki ayağa kalkalım ve aşkla yürüyelim. Rabbim ayaklarımıza Kudüs gücü versin.
    

20 Ekim 2015 Salı

Ak Parti'nin Tek Başına İktidarının Yolu Kürt Seçmenden Geçiyor

     Tekrar seçimlere az bir süre kala 2011 seçimleri sonuçları ve 7 Haziran 2015'te seçmenin yeni tercihleri üzerinden 1 Kasım'da karşımıza çıkabilecek olası durumları ortaya koymaya çalışacağım. İlk önce tüm seçim bölgelerindeki genel durumla başlayalım:







     Ak Parti 2011 seçimleri sonrası kazandığı 326 milletvekilliği sayısını koruyamayarak 258 milletvekili çıkardı. Ak Partinin 68 koltuğundan 7'sine tek başına YSK el koydu. Ordu, Muş, Manisa, Kütahya, Elazığ, Ankara ve İstanbul 2. Bölgelerde milletvekili sayılarını birer düşüren YSK, milletvekili kontenjanlarını kaydırdığı İstanbul 1. Bölge, İstanbul 3. Bölge, Ankara 1. Bölge ve Bayburt'ta Ak Parti'nin 2011 seçimlerindeki performansını yakalayamamasının da etkisiyle 7 milletvekillini Ak Parti'nin elinden çekti aldı. Ak Parti 48 seçim bölgesinde milletvekili sayısını koruyamadı.
     Seçim sonuçlarının detaylarına 1 Kasım seçimlerinde Ak Partinin hedef seçmen olarak belirlediği ve Türk seçmenin ağırlıklı olduğu batı Anadolu'daki illerden başlayalım. Ak Parti tablodaki 21 ilde kaybettiği 23 milletvekilinin 16'sını MHP'ye, 4'ünü CHP'ye kaptırdı. Geriye kalan 3 milletvekili ise 7 Haziran öncesi YSK'nın aldığı yeni milletvekili kontenjan kararının kurbanı oldu. Ak Partinin 21 ilden çıkartabileceği maksimum potansiyel koltuk sayısı, CHP seçmeniyle yaşanan kutuplaşma göz önüne alınırsa, sadece MHP'ye kaybettiği 16 milletvekili olacaktır. Tabi 2011 seçimlerine göre yaklaşık 10 puanlık kayıp yaşadığı, milliyetçi muhafazakar seçmenin yoğun olduğu bu illerde gelen şehit haberlerine rağmen Ak Partinin 16 milletvekillini MHP'nin elinden çekip alacağını düşünmek çok da gerçekçi olmayacaktır.
      Gelelim Türkiye'nin batısındaki büyük şehirlerin tablosuna. Ak Parti 8 büyük şehirde 18 milletvekilinin 10'unu HDP'ye, 7'sini MHP'ye kaybetti. Ankara 2. bölgede ise düşen milletvekili kontenjan sayısının mağduru oldu. Ak Parti en trajik düşüşü Kürt seçmenin çoğunlukta olduğu Bağcılar, Avcılar, Büyükçekmece, Küçükçekmece, Çatalca, Esenyurt ve Güngören ilçelerini kapsayan İstanbul 3. Bölgede yaşadı. Artan 3 milletvekili kontenjan sayısına rağmen mevcut 2 milletvekillini kaybetti. Ak Partinin düşüşüne karşılık HDP milletvekili sayısını birden beşe çıkardı. Bu sonuçlarda en önemli etken; Ak Partinin Kürt seçmeni, bölgede Karadenizli adaylar göstererek HDP'nin önüne itmesi oldu. Muhafazakar kimliği etnik kimliğinden önce gelen gelir düzeyi düşük Kürt seçmen yüzünü HDP'ye döndü. 7 Haziranda yaşanan bu sıkıntıyı gören Ak Parti yönetimi İstanbul 3. bölgeyi Kürt seçmenin sevgisini kazanmış bir isme; eski tarım bakanı Mehdi Eker'e teslim etti. 

      Çözüm süreci boyunca büyük risk alarak gerilimden kaçan bir politika izleyen hükümet; Oslo görüşmelerinin basına sızdırılmasından KCK'nın savaş kararına kadarki süreçte büyük yara aldı. Eğer işler planlandığı gibi gitse, PKK Türkiye topraklarını terk etmiş olsa ve çözüm süreci başarıya ulaşmış olsaydı Ak Parti'nin oy oranı bandı % 50'leri bulacaktı. Ama olmadı Ak Parti'nin daha doğrusu Erdoğan'ın bizzat başlattığı çözüm süreci PKK'nın ihanetiyle sonuçlandı. Seçim sonrası koalisyon görüşmeleri ardından artan terör olayları MHP'ye "Biz demiştik." deme şansı tanıdı. MHP kurmayları; milliyetçi seçmene çözüm süreci boyunca PKK ve yamağı YDG-H'nın bölge şehirlerinde yaptığı yığınaklanmanın sorumlusu olarak Hükümeti gösteriyor. Yapılan son anketler MHP'nin bu stratejinin milliyetçi seçmende karşılık bulduğunu ortaya koyuyor.

      Gelelim Ak Partinin ortalama % 18 puanla en büyük düşüşü yaşadığı doğu ve güneydoğu bölgesi illerine. Ak Partinin kaybettiği 27 milletvekilinin 2'sini MHP 23'ünü ise HDP aldı. Elazığ ve Muş'ta düşen birer milletvekili kontenjanı da Ak Partinin listesinden gitti. 

     Ak Parti 2011 seçimlerinde 1. parti olarak 3 milletvekili çıkardığı Ağrı'da 7 Haziran'da sıfır çekti. Diyarbakır'da %19 puan kaybeden Ak Partinin milletvekili sayısı beşten bire düştü. % 12 puan düşüş yaşadığı Şırnak'ta 7 Haziran sonrası kazandığı bir milletvekillini de kaybetti. Muhafazakar Kürt seçmenin yoğun olduğu Bitlis, Muş, Siirt ve Batman'da oy oranında % 20 düşüş yaşayarak birer milletvekili çıkarabildi. 2004 yerel seçimlerinde ve 2007 genel seçimlerinde birinci parti olarak çıktığı Van'da 2009 yerel seçimlerinden beri yaşadığı düşüşü durduramayan Ak Parti yüzde 20 bandına düşerek sadece 1 milletvekili çıkartabildi. Her seçimde güneydoğu rekorunu çıkardığı Şanlıurfa'da % 47 oy oranına düşerek 3 milletvekillini HDP'ye kaptırdı. Bölgenin diğer büyükşehirleri Erzurum, Gaziantep ve Mardin'de % 15 düşüş yaşayarak 6 milletvekillini kaybetti. 7 Haziran'daki tabloyu değiştirmek adına düşük profilli adaylar yerine bölge halkında karşılığı olan Mehmet Galip Ensarioğlu'nu Diyarbakır, Faruk Çelik'i Şanlıurfa'da birinci sıraya koyan Davutoğlu Van'ı ise çözüm sürecine büyük mesai harcamış Beşir Atalay'a teslim etti.

     Ak Partinin tek başına iktidarının yolu büyükşehirlerde, güneydoğu ve doğudaki muhafazakar Kürt seçmenle barışmaktan geçiyor. Yapılan anketlerin neredeyse tamamında görüldüğü üzere Ak Partinin gereken önemi vermemesi halinde; 1 Kasım'da bir yol kazası daha yaşaması hatta bu sefer daha dramatik bir şekilde 5-6 milletvekiliyle tek başına iktidarı kaybetmesi çok uzak bir ihtimal olmayacaktır.

     Bu zamana kadar yapmaya çalıştığım izahattan anlaşılacağı üzere HDP'nin aldığı % 13'lük oy oranını sadece milliyetçi Kürt seçmenle açıklamak mümkün değildir. Ak Partinin büyükşehir ve bölgede HDP'ye kaptırdığı 39 milletvekilinin en azından bir kısmını tekrardan kazanmak için hayatı boyunca PKK'ya destek vermemiş ama 7 Haziran'da Kürt aidiyet duygusu ağır basarak HDP'ye oy veren muhafazakar seçmenin tekrardan yüreğine dokunmalıdır. Hüdapar'ın da seçimlere katılmamış olması bir fırsat olarak değerlendirilmeli ve Bölgenin kanaat önderlerinin de yardımı alınarak bölge halkına hepimizin ayrı etnik kimlikleri olmakla birlikte asıl aidiyetimizin İslam'a olduğu tekrardan hatırlatılmalıdır.

    Seçime kalan bu sayılı günlerde HDP ile PKK arasındaki ilişki daha da ifşa edilmeli. HDP ve PKK'nın marksist leninist yapısı bıkmadan usanmadan anlatılmalıdır. PKK ve siyasi uzantısı HDP'nin taşeronluğunu yaptığı küresel güçlerle olan ilişkisi belgeleriyle ortaya çıkarılmalıdır. HDP kurmaylarının bölgede nakarat halinde propagandasını yaptığı "Erdoğan onun partisine oy vermediniz diye savaş çıkardı. Zaten Kürtlerden nefret ediyor." söylevi karşılıklı eylemsizlik durumunu ilk bozanın PKK olduğu, yatağında uyuyan iki polisi öldürerek ilk kurşunu sıkanın da PKK olduğu anlatılarak boşa çıkarılmalıdır. Uludere (Roboski), Suruç, Diyarbakır ve en son Ankara patlaması olayları aydınlatılmalı ve en önemlisi halk etkin bir şekilde bilgilendirilmelidir.

     Velhasılıkelam devletin derdinin Kürt kimliğiyle değil sükunet ortamını bozan PKK terör örgütüyle olduğuna bölge halkı inandırılmalıdır.

     Huzur, barış ve istikrar dolu günler yaşamak dileğiyle....



1 Ekim 2015 Perşembe

Afyonkarahisar Şehir Merkezi pazar yerleri hangi gün nerede kuruluyor?

     Geçen sene bu zamanlar "Afyon'a bahar geldi, doldu pazar tezgahları" yazımda pazar alışverişi üzerine yazmıştım. Bu yazımda da size semt pazarları şehir merkezinde hangi gün hangi mahallede kuruluyor onu aktaracağım:

     Pazartesi: Esentepe (Ataköy)

      Salı: Sahipata

     Çarşamba: Güvenevler Kapalı Pazar Yeri (Eski otogar arkasında, Park Afyon yanında)

     Perşembe: Harbiş ve Karşıyaka

     Cuma: Fatih ve Mecidiye (İl Emniyet Müdürlüğü civarı)

     Cumartesi: Fuar Alanı (Afyon'un en büyük pazarı)

   Pazar: Çavuşbaş (Afyon kalesi civarında kuruluyor. Daha çok köylülerin tezgahı var. Taze ve doğal ürünleri ucuza alabilirsiniz. Tezgahta ürünler bitince akşamı beklemeden kapanıyor.) ve Uydukent


14 Ağustos 2015 Cuma

İncirlik'i Katil ABD Uçaklarına Açmak Ne Demek, Derhal Kapatmalıyız.


   Dün akşam saatlerinde Koalisyon Güçlerine ait uçakların Suriye'de rejime karşı mücadele veren Feylak-ı Şam'ın kontrolünde olan Türkiye sınırına 2 km mesafede bulunan Atme köyünü bombaladığını ve 25 sivilin hayatını kaybettiğini öğrendim. Bu arada şu sivil olayına da açıklık getirmek isterim. Suriye'de Rejimin ve İŞİD'in zulmüne karşı hayatta kalabilmek için direnen, kendi topraklarının özgürlükleri için ellerindeki eski silahlarla savaşmaya çalışan direnişçilerden; Bakkal Ahmet, Kasap Mustafa, Demirci Musab  ölseydi sivil demeyecek miydik? Tam teçhizatlı bir ordu askeriyle bir mi tutacaktık, vicdanımız buna elverecek miydi? Suriye'de savaşan rejim askerleri, Hizbulvahşet milisleri, İran Rejim Muhafızları, Koalisyon Güçleri ve İŞİD dışında herkes sivildir benim gözümde.

      Bölgeden gelen ilk haberler Atme köyünü bombalayan uçakların İncirlik üssünden kalktığını işaret etse de bu haberler Dış İşleri Bakanlığı tarafından sabaha doğru yalanlandı. Bu katliamın İncirlik'ten kalkan uçaklar tarafından yapılmamış olması Suriye üzerine ABD ile olan müttefikliği devam ettiği sürece Türkiye'nin mesuliyetini ortadan kaldırmaz. Aslında bu acı olay Türkiye'nin tüm üsleriyle Katil ABD önderliğindeki işbirlikçi çeteye katılması kararının hemen ardından vuku bulması bakımından; "Mümin, bir delikten iki defa sokulmaz." hadisi ışığında Türkiye'ye verilen ilahi bir ihtar olarak değerlendirilmesi doğru olacaktır.

    Vahşi katliamın tam da Ahrar-ı Şam'ın bütün devrimci gruplarını Türkiye'yi güvenli bölge konusunda desteklemeye çağırdığı gün meydana gelmesi ve bombalanan köyün Ahrar-Şam'ın müttefiki Feylak-ı Şam'ın kontrolünde olması üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Böylece ABD Türkiye'yi Suriyeli muhalif grupların gözünde güvenilmez duruma düşürerek kayıtsız şartsız kendi emir komutası altına almayı hedeflemiştir. Bölgedeki devrimci mücahit grupların ABD nefreti; bunca imkansızlığa rağmen sunulan o kadar cömert teklife rağmen eğit-donat programını ellerinin tersiyle itmelerinden bellidir. (ABD tarafından her yıl 5000 muhalif eğitilmesi hedeflenirken temmuz ayı itibariyle katılım 60 kişide kalmıştır.)

       Aslında mevzuyu daha iyi anlamak için 11 Eylül 2014'te ABD öncülüğünde 6 Körfez ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Suudi Arabistan, Umman, Katar, Kuveyt ile Ürdün, Irak, Lübnan ve Mısır tarafından İŞİD'i Suriye ve Irak'tan temizlemek amacıyla imzalanan Cidde Bildirgesini hatırlamak gerekir. Türkiye o tarihte aklı selim davranarak söz konusu bildirgeyi imzalamamış ve üslerini Koalisyon güçlerine açmayacağını açıklamıştı.

      Koalisyon güçleri; Körfez Savaşı sonrası 90'lı yıllarda Kuzey Irak'taki Kürtleri Saddam Hüseyin'in saldırılarından korumayı amaçlayarak oluşturulan ama aslında Irak'ı ABD işgaline hazırlayan Çekiç Güç'ü hatırlatıyor. Zamanında Çekiç Güç nasıl Kuzey Irak'ta PKK'ya yer açtıysa aynı şekilde Koalisyon Güçleri de şimdi ikizi PYD'ye yer açıyor. Tel Abyad'da Koalisyon'un bombalamaları sonucu İŞİD tarafından boşaltılan mevzilere ABD uçaklarının koruması altında PYD çetesi yerleştirildi. Zamanında "yanlışlıkla" PKK militanlarına yiyecek ve mühimmat atan ABD uçakları şimdi de İŞİD'e "yanlışlıkla" ve PYD'ye ise göstere göstere mühimmat desteği sağladı. Aynı Koalisyon Güçleri defalarca sivil yerleşim yerlerini ve rejimle savaşan devrimci mücahit gruplarını vurdu, yüzlerce insan hayatını kaybetti. Sonrasında yapılan küstah açıklama "Pardon, yanlışlıkla yaptık" oldu. Şimdi nasıl herkes Çekiç Güç'ün sadece ve sadece Amerikan çıkarlarına hizmet etmiş bir proje olduğu noktasında hem fikirse ve destek veren ülkeler timsah göz yaşları döküyorsa yarın Koalisyon Güçleri içinde duyulacak pişmanlık aynı olacaktır.

        ABD'nin Suriye politikası; son iki yılda ülkedeki İslami cepheye mensup, fikriyat olarak Müslüman Kardeşler ekolüne yakın olan devrimci mücahit grupların güçlenmesiyle tamamen değişti. Zaten ABD gibi tarihi katliamlarla dolu sabıkası bozuk bir ülkenin de Suriye için salih emeller beslemesini beklemek en başından beri hatadır. Ama en azından direnişin ilk yıllarındaki Esad'ı devirmek üzere duyduğu arzunun yerini "Devrimci mücahit gruplar güçlenirse Mısır'daki İhvan gibi bir belayı başıma sararım." korkusu aldı. Bu sebepledir ki bir çok Amerikalı üst düzey yetkili Esad'lı model üzerine konuşmaya başladı. Emperyalist Amerika için Suriye'de hayatını kaybeden 300 bin insanın, komşu ülkelere sığınan 4,5 milyon mültecinin hiç bir değeri yok. Kapitalizm kılcal damarlarına kadar işlemiş Batı dünyası için insan canının hiç bir kıymeti yok artık hele bir de ölenler kendilerinden olmayan Araplar, Afrikalılar, Asyalılar ise. Biz tekrardan şu İncirlik mevzusuna dönelim:

      İncirlik Üssü 1950'li yıllarda Sovyet baskısından bunalan Türkiye'nin NATO üyeliği karşısında; Kore savaşına gönderilen askerlerin ardından ABD'ye verilen ikinci büyük tavizdir. Böylelikle Türkiye, egemenlik ve toprak bütünlüğüne yönelen Sovyet tehlikesi karşısında bir denge unsuru olarak ironik bir şekilde kendi topraklarında bir başka devlete üs sağlamış oldu. İncirlik üssü ilk kez 1958 Lübnan Krizinde ABD'ye hizmet vermeye başladı. Ardından 1967'daki, Altı Gün savaşında acil inişler için, 1970 Kara Eylül Olayları'nda Ürdün'e silah sevkiyatı için, 1973 yılında Yom Kipur savaşında ve 1979'da İran devrimi sırasında ülkede bulunan ABD vatandaşlarını ülkeden kaçırmak için yapılan operasyonlarda kullanıldı.1991'de patlak veren Körfez Savaşında İncirlik'ten kalkan uçaklar Irak'ı bombaladı ve on binlerce sivil hava saldırıları sonucu hayatını kaybetti. 11 Eylül sonrası Afganistan Savaşı ve Irak İşgalinde hava saldırılarında ana üs olarak kullanılan İncirlik; ABD ve işbirlikçilerinin tüm asker ve mühimmat sevkiyatlarının merkezi oldu. Açıldığı günden itibaren Ortadoğu'da yapılan vahşetin hizmetkarlığını yapan İncirlik üssü bölgeye kan ve gözyaşı dışında hiç bir şey bırakmadı.

     Türkiye egemenlik sınırları içerisinde yer alan İncirlik denen cerahattan kurtulmalıdır. Her karışı cephede canını ortaya koyan şehitlerimiz ve atalarımızın dualarıyla büyük bir mücadele ile kazanılan bu vatan topraklarında Müslüman katilleri barındırılmamalı, ülkemin iman dolu göğsünden sökülüp atılmalıdır. Bu nokta da en büyük görev biz halklara düşmektedir. Solundan sağına, ülkücüsünden komünistine, İslamcısından ateistine her cenahın yaptığı gösterilerde en çok atılan slogan olan "Katil ABD Türkiye'den defol!" "Go home yankee" sözleri daha bir kuvvetle daha bir inançla bağıra bağıra dile getirilmelidir. Mahallelerinden şehirlerine kadar bu ülkenin her yerinde bu direnci göstermeliyiz. Ortadoğu'nun  huzuru için Türkiye'nin tam egemenliği için İncirlik'in kapatılması 2000li yılların Çanakkale harbi, Kurtuluş Savaşı hükmündedir.

       Velhasılı kelam, Allah Amerika'dan büyüktür! Haşa, kıyas ne mümkün! Bunu söylemeye ne gerek var. Ama Allah’tan korktuğundan daha fazla Amerika’dan korkanlar için bunu söylüyorum. Allah'ı hesaba dahil etmeyen müminin imanı nasıl bir imandır? Yaptığınız hesapta Allah ilk sırada yer almıyorsa, o hesap haşa "Allah'sız" bir hesap değil de nedir? İmanı sağlam olan biri Allah'ın gör dediği yerden bakar ve olayları o çerçeve de değerlendirir. Evet, şimdi iman tazelemenin tam sırası. "Ey Mü’minler! Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz, üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmrân,139.)


20 Haziran 2015 Cumartesi

Eski Afyon Evleri ve Afyon Kalesi

     Afyon'a geldim geleli bana sürekli göz kırpan ama bir türlü gidemediğim "şehrin nişanı" Afyon Kalesine sonunda gidebildim hatta 226 m yükseklik ve 610 basamak göz önüne alınırsa çıkabildim demek daha doğru olur. 


    Kale merdivenlerine çıkmadan önce sizi bakımsız halde duran Ahmet ve Mehmet Efendiler türbeleri karşılıyor. Mübarek zatları tanıtan bir bilgiye ne Türbe'de ne de ahalide ulaşabiliyorsunuz. Ruhlarına birer fatiha okuyup ilerleyince tarihi görünümlü olan bir çeşme sizi karşılıyor. Burada buz gibi sudan içip serinleyebilirsiniz. Kale merdivenleri girişinde hediyelik eşyalar satan tezgahlardan Afyon'a dair hediyeler satın alabilirsiniz. Afyon Kalesinin merdivenlerinin basamakları zamanla aşındığı için birbiriyle orantısız yükseklikteler, özellikle zirveye yaklaştıkça dikkat etmekte fayda var. Zirveye ulaştığınızda sizi Afyonun eşşiz manzarası karşılıyor, buradaki iki üç masalık çay bahçesinde manzaraya karşı yorgunluk çayınızı yudumlayabilirsiniz. Özellikle eski Afyon yerleşkesinin camileriyle, hamamlarıyla, hanlarıyla, bedesteniyle ve tabiki de evleriyle oluşturduğu muntazamlıkla, yeni Afyon mahallelerinin biçimsizliğini rahatlıkla kıyaslayabilirsiniz. Şimdi size kısaca Afyon Kalesinin tarihinden bahsedeyim: 


     Afyon Kalesi M.Ö. 1350 yıllarında Hitit imparatoru II. Murşil tarafından yaptırılmış olup ilk adı Hapanuva olan kale; Roma ve Bizans dönemlerinde Akroenos, Selçuklu döneminde ise Karahisar adı ile anılmıştır. 1573'te kaleyi tamir ettiren II. Selim ise yörede yetiştirilen afyondan ötürü kaleye Afyonkarahisar adını vermiştir. Kalenin bütünü günümüze taşınamamış olsa da kalıntıları görülebilmektedir. 

     Afyon Kalesine ulaşabilmek için Uzun çarşıyı devam edip tarihi Bedesten'i sol tarafınıza alıp Ulu Cami'ye kadar devam etmeniz gerekir. Ulu Caminin olduğu sokağa aracınızı park edip kaleye yürüyerek devam etmeniz gerekecek. Kaleye çıkmak için güneşin biraz daha dindiği ikindi vakti en ideali. 

   Kaleye yürürken kendinizi sanki Safranbolu'nda veya Beypazarı'nda buluveriyorsunuz. Afyon evleri zarif mimarisiyle dikkat çekiyor. 1902 yılında Afyonkarahisar’da çok büyük bir yangın çıkmış ve evlerin büyük çoğunluğu (yaklaşık olarak 1300 ev) kül olmuş. Bu nedenle gördüğünüz evlerden en eskileri 1902 yılında yapılmış olanlar. Tacıahmet, Zaviye, Mollabahşi, Yukarı Pazar, Kubbeli Mahallesi, Arap Mescit, Kale, Akmescit, Nurcu, Mecidiye, Sinanpaşa, Hacıeyüp mahallelerinde 3500'e yakın eski ev var. 

   Zamanında devrinin en asil ailelerini misafir eden bu ihtişamlı güzel yapılar şimdi mevcut yasalardaki sıkıntılar nedeniyle bakımsız ve çürümeye terk edilmiş olarak -akşama kadar akıttığı alın teri karşılığında evinin ihtiyacını zar zor karşılayan- şehrin fakir ailelerini misafir ediyor. Afyon Valiliği tarafından cephe iyileştirilmeleri yapılmış. (Dış cepheler boyanmış, doğramalar onarılmış, çatı kaplamaları yenilenmiş). Fakat evlerin taşıyıcı aksamlarına veya iç mahallerine dokunulamamış. Yani bu güzel ihtiyarlara makyaj yapılmış ama ameliyata alınmamışlar. Restorasyon işinin çok iyi bir ustalık ve özen isteyen çok maliyetli bir iş olduğu düşünülürse sadece Valiliğin üstesinden geleceği bir iş değil doğrusu. Burada asıl görev Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne düşüyor. Şimdi biraz da evlerin mimari detaylarından bahsedelim: 

Sit alanı olarak koruma altına alınan bu mahalleler mükemmel bir şehircilikle planlanmış. Kale eteklerindeki yokuşta olan sokaklar, birbirine paralel doğu-batı doğrultusundaki caddeler, Helenistik dönemin düzenine göre ızgara planlı olarak yapılmış. Afyon evleri iki veya üç katlı, bitişik düzende yapılmışlar. Alt katlar sokağa üst katlar da cumbalarla dışa açılıyor. Çoğu moloz taş temel üzerine yapılan evlerin bazıları temelden su basmana kadar kesme taşlarla kaplanmış. Duvarları arasında kerpiç dolgular ve aralıklarla ahşap hatıllar bulunuyor. Zemin katlarda taşlık ve avlular bulunuyor. Burada kiler, depo, odunluk, ahır, çamaşırlık yer alıyor. Orta katlar alçak tavanlı ve küçük pencereli, sokağa yakın pencerelerde çıkmaları destekleyen konsolların arasına pencereler yerleştirilmiş. Üst katları taşıyıcı konsollar taşıyor ve geniş odalar manzaraya ve sokağa bakıyor. 

    Afyon evlerinde, günlük yaşamın geçtiği mekânlardan mutfak, banyo, çamaşırlık alt katta bulunurken; yeme içme, oturma ve uyuma mekânları üst katta yer alıyor. Kışın ısınma sebebiyle orta kat kullanılırken, yazları tavan yüksekliği üç metre 20 santimetreyi bulan ve kısmen daha serin olan üst katlar kullanılıyormuş. 

     Afyon'a gelirseniz mutlaka ama mutlaka bir ikindinizi Afyon Kalesi'ne ve kalenin yamaçlarında kurulu bu eski semte ayırın. Bu arada halk arasında kale'ye çıkan 7 sene Afyon'u terk edemez diye bir inanış var. İnanırsınız inanmazsınız ben söyleyeyim de demedi demeyin sonra. İnşallah bir daha ki sefere Bedesten'den ve Ulu Cami'den bahsederim sizlere. 

    Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun. Bir daha ki yazımda görüşmek üzere...

12 Haziran 2015 Cuma

Afyon'da Seçimleri Nasıl Okumalı?







     Afyon'da partilerin çıkarttığı milletvekili sayısında her hangi bir değişiklik olmadı. Ak Partiden 3 (Halil Ürün, Ali Özkaya, Remziye Sıvacı), MHP'den 1 (Mehmet Parsak), CHP'den 1 (Burcu Kayıkçı) vekil meclisin yolunu tuttu.

     Ak Parti 2011 seçimlerine göre 8 puan kaybedip % 60'dan % 52'ye gerilese de milletvekili sayısını korudu. Bu düşüş milliyetçi muhafazakar kesimin Ak Partiye bir ihtarı olarak algılanabilir. Ak Parti yönetiminin temayül yoklamalarını (Yoklama sonuçları: Halil Ürün 1430, Ali Özkaya 1023, Fatma Mercan 862, Semai Kaya 786, Şükrü Ersoylu 734, Fatih Beder 689, Mustafa Tarlacı 631, Abdülkadir Yılmaz 610, Rahmi Arıkan 531) ilk iki sıra hariç dikkate almadığı ortadadır. Temayül yoklamalarına girmeyen Remziye Sıvacı'nın üçüncü, Akif Özkaldı'nın ise dördüncü sıradan aday gösterilmesi il teşkilatında tepkiyle karşılandı ve şevkini kırdı.

     CHP Afyon'da mevcut kemik oyunu korudu. Yerel seçimlerde Ak Parti karşısında en güçlü aday olan Fatih Çetinkaya'ya oy veren CHP seçmeni kendi partisine döndü. İl teşkilatını diri tutabilmek için ön seçimle belirlediği Burcu Kayıkçı'yı aday gösteren CHP yönetimi her hangi bir sürpriz ile karşılaşmamış oldu.

     MHP 2011 seçimlerine göre oy oranını 7 puan arttırmış olsa da yerel seçimlerde yakaladığı rüzgarı devam ettiremedi. Yerel seçimlerde Belediye başkanı adayı Fatih Çetinkaya'nın şehir tarafından sahip çıkılmasının etkisiyle, CHP'li seçmenin üçte ikisinin (+10 puan) desteğiyle ve en önemlisi İl Teşkilatının büyük inanmışlığı ve özverisiyle 42,50 puana ulaşarak tarihi rekora imza attı. MHP; CHP seçmeni hariç potansiyel oy oranını %31,50'lere (42,50-(16,40-5,30)) çıkartmıştı. Kısacası MHP 2011 seçimlerine göre oy oranını arttırsa da 2014 yerel seçimlerinde kazandığı 6 puan'lık potansiyel sağ seçmeni kaybetti. Eğer bu seçimlerde o seçmeni tutabilseydi 2. vekili meclise gönderebilirdi. Bu düşüşün en büyük nedeni Bahçelinin MYK kontenjanından gelen Mehmet Parsak'ı birinci sıraya yerleştirip Fatih Çetinkaya'yı seçilemeyecek yerden 3. sıradan aday göstermesi oldu. Bu durum İl teşkilatının ve gönüllülük esasına göre çalışan Afyon'luların hevesini kırdı ve MHP bir vekilinden oldu.

       İnşallah seçilen vekiller Afyonkarahisar'a marka şehir olma yolunda katma değer katacak projeler bulur veya bu projeleri destekler ve kazanan Afyonkarahisar olur.

     
    

9 Haziran 2015 Salı

7 Haziran'ı Nasıl Okumalıyız?

     Türk siyasetinin dönüm noktalarından biri olan 7 Haziran seçimlerini geride bıraktık. Seçim çoğunluğun beklediği üzere sonuçlandı. HDP seçim barajını aştı, Ak Parti tek başına hükümet kurabileceği  276 koltuk sayısının altında kaldı. Seçim sonuçlarını partiler üzerinden değerlendirecek olursak:

     Ak Parti 2002 seçimlerinden beri ilk defa % 40 bandına indi. Seçmen Ak Partiyi hükümet denklemi dışında bırakmamakla beraber tek aktör olarak da görmediğini gösterdi. Anadolu'daki milliyetçi muhafazakar oyların bir kısmı MHP'ye geri döndü. Muhafazakar seçmenin bir kısmı ise hükümetin takındığı pasif tavrın faturasını keserek ya sandığa gitmedi yada Saadet-BBP ittifakına oy verdi. Seçim sonuçları gösterdi ki Ak Parti olası başkanlık referandumunda fire vermemek uğruna taşra teşkilatlarının  temayül yoklamalarını çok dikkate almadan aday listelerini belirledi. Erdoğan'ın son dönemde takındığı milliyetçi tavır; milliyetçi seçmeni Ak Partiye çekmek yerine seçmenin nazarında çözüm sürecinin yerindeliğini tartışmaya açtı ve milliyetçi seçmen kendi partisi MHP'ye dönüş yaptı. Erdoğan'ın başkanlık sistemini tam olarak anlatamaması batıdaki seçmende başkanlık sistemi=otoriterleşme ve başkanlık sistemi=bölünme algısını oluşturdu. Bu korkuyu da diğer partiler çok iyi kullandı. Aslında bu seçim aynı zamanda Erdoğan'ın başkanlığının referandumuna dönüştü.

     Ak Partiye asıl oy kaybı yaşatan etmen ise muhafazakar Kürt seçmenin HDP ile barışması oldu. Ak Parti bölgedeki etkin kanaat önderleri yerine teşkilat kontenjanından isimleri aday gösterdi. Zaten HDP'ye göz kırpmaya başlayan muhafazakar Kürt seçmeni etkin adaylarla tutmayı başaramadı. Ak Parti; HDP'nin Kandil ile olan emir komuta ilişkisinden, 6-7 Ekim olaylarından, kırsalda köy muhtarlarına yapılan tehditlerden (özellikle büyükşehirlerdeki Kürt seçmen için),  Pkk'nın şehir çetesi YDG-H'nin halka yaptığı zulümden, Okul, hava alanı, otoyol inşaatlarına yapılan sabotajlardan yeteri kadar bahsetmedi.

     Ak Parti'nin kendinden fazla emin tavrı tüm bu seçmen hareketlerini fark etmesini engelledi yahut ciddiye alınmadı. Ve bu hatalar zinciri Ak Parti'yi tek başına iktidar koltuğundan etti.

     Ana muhalefet partisi CHP de ise her hangi bir değişiklik yok. CHP'li kemalist, ulusalcı taban yine partisine oy verdi. Ama bu zamana kadar kendini solcu olarak tanımlayıp alternatifsizlikten dolayı CHP'ye oy veren kesim ile aristokrat zengin kesimin (Bebek ve Nişantaşı'nda birinci parti olan) HDP'ye yönelmesiyle potansiyel 2-3 puanı kaybetti. CHP'nin HDP'nin güçlü olduğu bölgelerde (Tunceli gibi) ise seçime asılmadığı ve propaganda döneminde HDP'ye dair hiç bir eleştiri yapmadığı da düşünülürse CHP yönetiminin Ak Parti'ye maksimum zararı vermek amacıyla HDP'ye pasif destek verdiği söylenebilir. CHP kurmaylarının bu noktada ciddi bir öz eleştiri yapması gerekiyor.

     MHP bu seçimin iki kazananından biri oldu. Hatta olası Ak Parti-MHP koalisyonu ile tek kazananı da olabilir. MHP seçim süreci boyunca Erdoğan'ın belki de fark etmeden açtığı ortaları hep gole çevirdi. Erdoğan tarafından HDP üzerinden yapılan çözüm süreci eleştirileri MHP'ye yaradı. MHP her ne kadar tok satıcıya oynasa da destekçisi olan sermaye gruplarının baskısıyla Ak Parti koalisyonu ihtimaline çok fazla direnebileceğini sanmıyorum.

     Gelelim seçimin diğer kazananı HDP'ye. HDP'nin sınırda da olsa barajı geçebileceği tahmin ediliyordu ama kimse %13 gibi net bir oy oranını beklemiyordu. Altan Tan'ın da CnnTürk'te ifade ettiği gibi Diyarbakır'da patlayan o kalleş bomba HDP'ye artı bir kaç puan alarak döndü. Ama HDP'ye barajı geçiren asıl etken yukarıda da bahsettiğim üzere muhafazakar Kürt seçmenin HDP'ye şans vermek istemesi oldu. Diğer taraftan sosyalist, komünist, aristokrat kesimin RTE düşmanlığı solculuğundan daha ağır basınca da büyükşehirlerdeki bu oy oranlarına ulaştılar.

     HDP'nin bu propaganda dönemi okullarda ders olarak okutulmalı. Hani derler ya "kırk tilki dolaşıyor, kırkının da kuyruğu birbirine değmiyor" diye HDP kurmayları işte bunu yaptı. Güneydoğu kırsalında köy muhtarlarını YDG-H ile tehdit ettiler, Üniversitelerde öğrencilerle barış yemekleri yediler. Parti programında Diyaneti kapattılar, Elazığ'da yerine İnanç Müdürlüğü kurdular.  Diyarbakır'da "Önder" Apo'nun heykeli dikme sözü verdiler, İzmir Gündoğdu'da teşkilata Apo resmi yok Türk bayrağı var dediler. Allem ettiler kallem ettiler batıda güvercin, güneydoğuda şahin oldular, başardılar.

      Sonraki yazımda da koalisyon hesapları yaparız artık...

3 Haziran 2015 Çarşamba

Bir Eş Başkan Kaç Demirtaş: Gör Bakalım, Say Bakalım


     Bugün sizlere "şeker çocuk" Demirtaş'tan bahsedeceğim.

     Şeker çocuk Demirtaş ulusalcıları, Kemalistleri, demokratları kısacası anadolu insanını  meğersem eski Pkk marşıyla kandırmaya çalışıyormuş. 

Şarkının orjinali:
Dersim Agiri zilan hani / Katediler cani cani / Birer birer hesabini /Sorandek savaşırız /Birer birer hesabini/ Sorandek savaşırız /Biz bu yolla baş koymuşuz/Leş bir yana baş bir yana/Biz mazluma söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize/Biz mazluma söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize/Biz bu yolla baş koymuşuz / Leş bir yana baş bir yana Biz Apoya söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize/Biz Apoya söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize/Şehit verdik onbinlerce/ Biz söz verdik Şehitlere /Kizil bayraği göklere /Dikenedek savaşiriz /Kizil bayraği göklere/Dikenedek savaşırız /Biz bu yolla baş koymuşuz / Leş bir yana baş bir yana /Biz Hayriye söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize/Biz Hayriye söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize/Biz bu yolla baş koymuşuz Leş bir yana baş bir yana/ Biz Apoya söz vermişiz /Bu yolda dönüş yok bize/ Biz Apoya söz vermişiz /Bu yolda dönüş yok bize/Diyarbakir meydaninda/Mazlum Doğanin püstünü/Yaninada Kemal Pir’i/Dikenedek savaşırız /Yaninada Kemal Pir’i/Dikenedek savaşiriz/Biz bu yolla baş koymuşuz/Leş bir yana baş bir yana/Biz Kemale söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize/Biz Kemale söz vermişiz/Bu yolda dönüş yok bize /Biz bu yolla baş koymuşuz/ Leş bir yana baş bir yanaBiz Apoya söz vermişiz /Bu yolda dönüş yok bize/ Biz Apoya söz vermişiz /Bu yolda dönüş yok bize

Bu da HDP'nin barış dolu şarkısı:
HDP bizim partimiz, kardeşliktir hedefimiz /Barışa çıkar yolumuz, insanlıktır tek ilkemizBarışa çıkar yolumuz, Dünyadır bizim ülkemiz x x x HDP geldi, geliyor, tüm barajları yıkıyor/Zulme karşı direniyor, yarınlar bize gülüyor/Zulme karşı direniyor, özgürlük bize gülüyor/Mezopotamya’nın sesi, Anadolu’nun nefesi/Bütün herkesin rüyası, halkların ortak meclisi /Bütün herkesin rüyası halkların ortak meclisi xxx İnsanlar gülüyor mecliste, gel sende ses ver bu sese/ Haykıralım hep birlikte yeter artık edi besse/ Haykıralım hep birlikte yeter artık edi bese /Karadeniz’in dalgası, Ege’nin tütün kokusu /Amed’in barış tutkusu olmuş halkların türküsü /Amed’in barış tutkusu olmuş halkların türküsü /Gülecek kara bahtımız, Zalime kalmaz ahımız /Daha var bak bir çaremiz, HDP’dir umudumuz /Daha var bak bir çaremiz, HDP’dir umudumuz xxx Bu ülkenin kadınları, yiğit cesur yürekleri /Nehir olmuş bilinçleri yıkıp geçiyor tahtları /Özgürlük tanrıçaları korkutuyor sultanları /Kara olmuş aklın akı, kırılsın zalimin çarkı /Yaşayalım hep birlikte, olmasın kimsenin farkı /Yaşayalım hep birlikte olmasın kimsenin farkı/Kara çaldılar beyaza, çalıp durdular namaza /Yıkılacaklar bu yaza bu yüzden vuralım saza /Çarpılacaklar bu yaza bu yüzden vururum saza /HDP geldi, geliyor, tüm barajları yıkıyor /Zulme karşı direniyor, yarınlar bize gülüyor /Zulme karşı direniyor, özgürlük bize gülüyor

     Vay be Apoya savaşmak için söz verenler 'bizler' seçim şarkısında barış kardeşlik isteyen 'bizler' olmuş. Pkk marşında 'leş' diye bahsedilenler seçim şarkısında 'insanlık' olmuş, 'halk' olmuş. Pkk marşında 'savaşmaktan' bahsedenler seçim şarkısında 'gülmekten' 'yaşamaktan' bahseder olmuş. Bu seçmenle dalga geçmektir. Sen 'leş' dediğin, her mahallesi şehit vermiş Anadolu şehirlerinden terör örgütünün modifiye şarkısıyla oy mu toplayacaksın. Yazıklar olsun.


     İzmir Gündoğdu meydanında barıştan demokrasiden bahseden Demirtaş Mardin Kızıltepe'de Teröristbaşı Apo'nun heykelini dikmekten bahsediyordu. Haydi mertsin ya yiğitsin ya Kızıltepe 'önder' dediğin Apo'nun a'sını söylesene Gündoğdu'da, bırak heykelini dikmeyi resmini çıkarsana Apo'nun. Bu iki yüzlülüktür alçaklıktır.


     Demirtaş'ın 6-7 Ekim olayları sırasında "Tanırım iyi çocuklardır" dediği Pkk'nın şehir çetesi YDG-H güneydoğu'da bölge halkına tehdit dolu mektuplar yazarak, köy muhtarlarını "başka partiye oy çıkarsa senden biliriz" diye tehdit ederek oy isterken, Şeker çocuk Demirtaş ve özgür kız Yüksekdağ İzmir'de, Aydın'da, Samsun'da demokrasiden, barıştan, kardeşlikten bahsediyor. Sizin iyi çocuklar daha bir kaç gün önce Şırnak İdil'de iki cana kıydı. Bir tarafta kan akıtacaksınız bir tarafta popstar edasıyla demokrasi cakası satacaksınız. Bir taraftan Kandil'e gidip Cemal Bayık'la kır kahvaltısı yapacaksın ertesi günde gidip üniversitelerin 'demokratik', 'çağdaş' gençleriyle çay içeceksin. Ya matruşka gibisin Demirtaş gün geçtikçe yeni 'sahte' Demirtaş'larla tanışıyoruz.

     Seçim bildirisinin açıklarken Diyaneti kapatmayı vaat eden (video 03:00) Demirtaş bir kaç gün sonra Elazığ'da "Onu kaldıracağız, yerine ‘inanç işleri başkanlığı’ kuracağız. Çocuklarımıza din eğitimi mi vermek istiyoruz? En iyisini biz okullarda vereceğiz." diyebilmiştir



     Gelelim HDP'nin seçim partneri Gülen cemaati için Demirtaş'ın yaptığı U dönüşüne:

Sene 2012 Demirtaş hükümeti cemaatin emrinde olmakla suçluyor.


 Sene 2014 Demirtaş hükümeti HDP'lileri işten çıkartıp yerine cemaatçileri doldurmakla suçluyor. Gülen cemaatini 'yeşil derin devlet' olmakla suçluyor. Cemaat ve hükümete "canınız cehenneme" diyor.


 Sene 2015 NTV'de cemaatin desteği sorulunca Demirtaş "Bizi desteklemeye, oy vermeye karar vermişlerse bu kıymetlidir." diyor. Paralel yapının genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı'yı arka kapıdan alıp Diyarbakır Belediye Binasında konuk ediyor.

     Kaç Demirtaş etti ben sayamadım. Siz sayabildiniz mi?

26 Mayıs 2015 Salı

Cemaattan Cemiyete, Cemiyetten Nereye?

    
      Cemaat namı değer Gülen cemaati. Şimdilerin paralel yapısı, ihanet çetesi.

     Tam hatırlamıyorum kimden okumuştum ama Türkiye'de bulunan cemaatler için en büyük tehlike; ranta, güce, iktidara kendilerini kaptırıp düşünce ikliminin kaybolduğu insanların çıkarlarının ortaklaşmasıyla bir araya geldikleri cemiyetlere dönüşmesidir demişti. İlk kuruluş yıllarında "her eve bir kanepe yeter diğeriyle yeni bir ev açalım" zihniyetiyle hareket  eden Gülen cemaati 1980 darbesi Türkiye'sinin inanç boşluğunu "hoşgörülü" tavrıyla çok iyi doldurdu. Karanlık odalarda eski minderlerin üzerinde mum ışığı altında yapılan risale sohbetlerinin yerini Anadolu insanının cömert yardımlarıyla açılan okulların, yurtların geniş salonlarında yapılan konferanslar, himmet toplantıları aldı.  Gülen'in Kemeraltı'ndaki sohbetlerindeki "helal kazanın, haramdan uzak durun, faizden uzak durun" vaazlarının yerini zamanla "her yerde güçlü olmalıyız; orduda, medyada, piyasada, bankacılıkta, eğitimde her yerde güçlü olmalıyız" telkinleri aldı. Takiyeler yapıldı, küçük tüccarlar iş adamı oldular, gazete televizyon derken banka sahibi oldular.

     Gülen cemaati ilk sınavını 28 Şubat sürecinde verdi. Tarlasından aldığı bir yıllık mahsulün parasını bağışlayan Mehmet amcanın, ahırındaki iki inekten birini yurda veren Ali dayının, yıllardır gözü gibi baktığı bileziklerini bozdurup öğrenci okutan Ayşe teyzenin yani Cemaatin anadoludaki gönüllülerinin; iktidara taşıdığı Erbakan'ın Refah Partisine sahip çıkmak bir yana, Doğan medyasıyla iş tutup alaşağı etmek için elinden geleni yaptı.

     Gülen; Türkiye'nin statükosunu oluşturan seçkinlerle (ordu, yargı, sermaye) arasını iyi tutmayı amaçlayan, resmi ideolojiye yakın "laik bir din" icat etti. O kadar ki okullarının anahtarını darbeci komutanlara vermeyi teklif etti. Dünyanın bir çok kentinde onlarca okul açan Gülen bunun karşılığında "dinler arası diyalog" diye birşey bulup Peygamber efendimizin ağzından hristiyan, yahudi, müslüman her inanç mensubunun bir tek Allah'a inanmasının kafi olduğunu, Peygamber efendimize iman etmeden cennete girebileceğini müjdeledi.

     Ak Parti iktidarı Gülen cemaatine altın devrini yaşattı. Ak Parti katsayı mağduru çoğu imam hatipli tabanını bürokrasinin kademelerine yerleştiremeyince bu da Gülen cemaati mensuplarına devlet kadrolarının yolunu açtı. Polis okulları, astsubaylık, öğretmenlik derken uzmanlık, müfettişlik, hakimlik, savcılık, müşavirlik, müsteşarlık, genel müdürlük kadrolarına Gülen cemaati mensupları yerleştirildi. Sadece devlet kadrolarıyla da kalmadı bu kadrolaşma fulyası sivil toplum kuruluşlarına, ticaret ve sanayi odalarına, Ak Parti taşra teşkilatlarına kadar uzandı. Yurt dışı gezilerine bakanlarla beraber TUSKON mensubu iş adamları taşındı. (O kadar ki TUSKON'un TİKA gibi bir devlet kurumu olduğunu sanıyordum.) Afrika'daki devlet ihaleleri Gülen tarafından paylaştırıldı.

     Bu muhteşem birliktelik 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Başkanı Hakan Fidan'ın (Erdoğan ameliyat masasındayken) ifadeye çağrılmasıyla son buldu. ABD ve Batı için 2009 Davos Krizi ve 2010 Mavi Marmara katliamından sonra vadesini iyice dolduran, söz dinlemeyen Erdoğan iktidardan indirilmeliydi. Ve maalesef, Türk siyasal tarihi boyunca hiç kaybeden tarafta olmayan Gülen, cemaatini ABD ve "güneydeki dost ülke" İsrail'e taşeron yaptı. Erdoğan sonrası Türkiye'de pozisyon alabilmek için ilk kez böylesine bir riske girdiler ama olmadı başaramadılar. Hükümet reste restle karşılık verdi: dershaneleri kapatma takvimini açıkladı. Ardından Gezi olayları, 17 Aralık operasyonu, MİT tırlarının durdurulması geldi. Tüm bu olayların planlanmasında Gülen cemaati aktif rol aldı. Ve cemaat ile hükümet kanlı bıçaklı oldu. Cemaat "haşhaşi" oldu, Erdoğan "yezid" oldu. Beddualar havada uçuştu. Peygamberimiz rüyalara girdi twitleri katlayın dedi. (Tövbe haşa)

     Velhasılı kelam; Gülen cemaati cemiyet olmaktan öte üst akıl için "kullanışlı bir taşerona" dönüştü. Şimdiki hedefleri Erdoğan. Onu devirmek için; daha dün yurtlarını yakan YPG'nin siyasi uzantısı HDP'ye bölgede oy istiyorlar, Demirtaş'ı tv programlarında şeker çocuk yaptılar. (Daha geçen seneki 6-7 Ekimi ne çabuk unuttuk. Tabi o zamanda polis arabalarını göstericilerin yaktığı ateşe sürükleyenler yine bunlardı.)  Erbakan'a "Yeter artık git" diyenler şimdi kanallarını Kamalak'a açtılar.

     Gülen artık o eski Hisar camisinde vaaz veren imam değil ve gözlerinden alev çıkarak ettiği o bedduadan beri bir din alimi de değil benim için. Bu güzel ülkenin başına bela olmadan Allah ıslah etsin diyelim.

    Daha güzel konularda görüşmek üzere...


24 Mayıs 2015 Pazar

Bu Güzel Adamlar İdamdan Korkar Mı Sandın


    Geçtiğimiz hafta içinde Cunta tarafından İhvan-ı Müslimin hareketinin önde gelen isimlerinden devrik cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Yusuf el-Karadavi, Müslüman Kardeşler Teşkilatı Rehberlik Konseyi Başkanı Muhammed Bedii, Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP) Genel Başkanı Saad el-Katatni ve İsam el-Aryan'ın da aralarında bulunduğu 106 kişi hakkında idam kararı verildi.

     İhvan-ı Müslimin; Mısır'da yıllarca siyasetten uzak durmaya çalışmış, Mısır'daki mevcut sistemi kökten reddetmiştir. Fakat batının ve özellikle ABD'nin yönlendirmesiyle ve Ak Partinin rol modelliğiyle İhvan hareketi HAP partisini kurdu ve akabinde iktidar oldular böylece halkın büyük desteği Muhammed Mursi'ye cumhurbaşkanlığının kapılarını açtı. ABD yönetimi Mursi'yi Türkiye'deki Erdoğan gibi müslüman halkla arasını iyi tutabilecek bir kahraman figürü olarak belirledi ve Mısır devrimini Mursi üzerinden çalmayı planladı. Mursi'nin seçilmesinin ardından ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton'un Kahire ziyaretindeki samimi tavırlarını hatırlayın. Ama Mursi ne zaman "haddini aşarak" büyük düşünmeye başladı ve Camp David antlaşmasının iptalinden, Süveyş Kanalının gelirini bölge ülkeleriyle adil paylaşmaktan bahsetti, kısacası Ortadoğu'da ben de varım dedi kendi sonunu hazırladı. ABD böylece Mursi'nin kendisine Mübarek gibi kukla olmayacağını tam aksine Seyyid Kutup, Hasan El Benna'dan beri süre gelen bu coğrafyanın en köklü fikir siyaset ve aksiyon hareketi İhvan'ın dava adamı olduğunu anlamış oldu. Ve bir kaç günde yüzlerce kişinin canları pahasına kurduğu devrimi ellerinden aldı.

        Cunta'nın verdiği idam kararlarına İhvan-ı Müslimin hareketini sisteme entegre etmek için çaba gösteren "demokrasi" aşığı batılı devletlerden her hangi bir tepki gelmedi. Batının gözünde değerli olmanız için seçilmiş olmanız da bir şey ifade etmiyor. Irak'a, Afganistan'a müdahale ederken demokrasiyi bahane edenler Mısır'daki demokrasiyi menfaatleri için Sisi'nin diktasına feda etmiştir. 

     Şimdi Sisi'nin yaptığı devrimin intikamı almak. Allah dilerse o güzel insanlar bir firavunun elinden şehadeti tadar ama insanlar can verse de fikirler hep yaşar.

    Allah hakkımızda hayır olanı versin.






20 Mayıs 2015 Çarşamba

Başkanlık Sistemi: Tüm Söylenenleri Unutun

     Başkanlık sistemini Turgut Özal'dan sonra ülke gündemine tekrardan taşıyan Erdoğan oldu. Ve maalesef tüm ülke başkanlık sistemini Erdoğan taraftarlığı yada karşıtlığı üzerinden değerlendirdi. Karşıtları başkanlık sistemini diktatörlükmüş gibi sunmaya gayret gösterdi. Bu eleştiriler de Erdoğan'ın tek adamlığının etkisi tabi ki yadsınamaz.

     7 haziran seçimleri bir başkanlık sistemi referandumuna dönüşmüş durumda. Tüm muhalefet Erdoğan'ı başkan etmemek üzere anlaşmış durumda. Yıllardır meydanlarda üniter sisteme eleştiriler düzen, yerinden yönetim diye yeri göğü inleten HDP bile parlamenter üniter sistem savunucusu oldu çıktı.

     Erdoğan da başkanlık sistemini yanlış anlamış durumda. Amerikan tipi başkanlık sistemini eleştirirken "Bizde öyle bir başkanlık sistemi olamaz. Bakın Obama'ya istediği kararları çıkaramıyor Temsilciler meclisinden. Bizim sistemimiz Türk tipi olacak." ifadelerini kullanarak tüm yetkileri üzerinde toplayan bir başkan olma hayalini dile getiriyor.

     Şimdi size tüm bu tartışmalardan uzak bir başkanlık sistemi tarifi yapacağım:

     Başkanlık sistemi yürütme, yasama ve yargı erklerinin keskin çizgilerle birbirinden ayrıldığı bir yönetim sistemidir. Başkan halkın oylarıyla seçilir ve kendi seçeceği bakanlarla birlikte kuracağı hükümet yürütme erkini oluşturur. Meclis ise yasama erkini oluşturur ve vekiller devletin işleyişini düzenleyen kanunları çıkartır ve hükümeti belirli kurallar içerisinde denetler. Herhangi bir seçim barajına ihtiyaç yoktur çünkü hükümet meclis içerisinden kurulmadığı için yönetimde istikrar sorunu bulunmamaktadır. Böylece her siyasi düşünce kendisini mecliste ifade edebilmektedir. Bu da temsilde adaleti sağlamaktadır. Yargı ise siyasetten tamamen bağımsız yargıçlardan oluşmaktadır.

     Başkanlık sistemi; yerelde vali belediye başkanı ikilemini seçilmiş vali ve güçlü yerel yönetimlerle aşabilecek tek sistemdir. Mardin'in Konya'nın İzmir'in derdini Ankara duyuncaya kadar yerelde seçilmiş vali çözecektir. Böylelikle Manisa'da donda mahsulü zarar gören çiftçi destek primi almak için soluğu Ankara'da almayacaktır.

    Son olarak Başkanlık sistemini siyasetçilerin tüm konuştuklarını unutup sağlam kafayla değerlendirmenizi istirham ediyorum.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Afyon Çimento'nun Alanı Afyon'un Şehirleşmesi İçin Büyük Fırsat


    Afyon Çimento 1957 yılında işletmeye açılan, şehrin istihdamına büyük katkı sağlayan bir şirket. 288.000 m2 alan üzerine kurulu tesis teknoloji değişikliği nedeniyle Halımoru köyüne taşınıyor ve 2016 yılı başında yeni yerinde hizmete geçmeyi planlıyor.

    Eski Otogar karşısındaki alan 288.000 m2'lik yüz ölçümüyle şehir merkezindeki en büyük alan. Yapılacak imar planı değişiklikleriyle Afyon'un ihtiyacı olan konut stokunu rahatlıkla karşılayabilir. Gerekli inşaat teknikleri kullanılarak yüksek binalar yapılabilir. Hatta Belediye Çimsa ile anlaşıp serbest yükseklik karşılığında güzel bir şehir parkını Afyonlulara kazandırabilir. Afyon'da emlak fiyatlarının ateşinin düşmesi için en az mevcut konut miktarının yarısı kadar daha konut inşa edilmeli. Afyon şehri Vali ve Belediye Başkanının öncülüğünde bu fırsatı iyi değerlendirmelidir. Çimento fabrikası alanı Sabancı Holding için sadece bir arazi olabilir ama Afyonkarahisar'ın büyükşehir olma vizyonu yolunda önemli bir adımdır.

    Görüşmek üzere...

17 Mayıs 2015 Pazar

Gişe de bazen yalan söyler : Deliha

     Uzun bir aradan sonra geçen hafta film izleme şansı buldum. İlk izlediğim daha doğrusu izlemeye çalıştığım film Deliha oldu.

     Deliha filmi başrol Gupse Özay üzerinden dönüyor. Gupse gerçekten iyi bir oyuncu ama Deliha karakteri tam bir dişi Recep İvedik olmuş. Şimdi Şahan Gökbakar'ın da hakkını yemeyeyim. Recep İvedik serisinin ilk iki filmi basit de olsa en azından güldürüyordu. Şimdi diyeceksiniz ki Recep İvedik'e gülüyorsun da Deliha'yı neden beğenmedin diye. Belki de bir kadına yakıştıramadım o kabalıkları. Bir de Deliha karakterinin kabalığı dışında hiç bir komikliği yoktu hatta iticiydi. Leyla ile Mecnunda oynadığı tamirci çırağı Hidayet karakteriyle bende torpilli olan Cihan Ercan'ın samimi oyunculuğu filmi biraz toparlamış. Ama işin daha da ilginci filmi yaklaşık bir buçuk milyon kişi izlemiş ve bir çok sinema sitesinde izleyiciden olumlu puan almış.

     Deliha'dan sonra senaryosunu Engin Günaydın'ın kendisinin yazdığı ve başrolünde oynadığı İçimdeki Ses filmini izledim. Arada ciddi bir özen ve kalite farkı olduğunu baştan belirtmeliyim. Engin Günaydın kendisi gibi muhafazakar bir ailede büyüyüp büyükşehirde bocalayan içine kapanık Selim karakteriyle Batılı bir ailede daha rahat büyüyen aklına eseni yaşayan Ayşıl karakterinin birbirine aşık olmasını ve karakterlerde yaşanan değişiklikleri anlatan bir senaryo yazmış. Ve gerçekten de hem Engin Günaydın hem de Leyla Tuğutlu rollerinin hakkını vermişler. Ama film gişe de karşılığını 400 küsür bin seyirciyle almış. Gişenin gerçekten adaleti yok.

Görüşmek üzere...

Afyon'a bahar geldi, doldu pazar tezgahları

     Uzun bir kıştan sonra nihayet bahar geldi, havalar ısındı. Pazar tezgahları dolup taşmaya başladı.

     Afyon'un merkez mahallelerinde neredeyse haftanın her günü pazar bulabilirsiniz. Daha bir kaç ay önce eski otogarın arkasında açılan kapalı pazar yeri gayet düzenli ve temiz. Çarşamba günleri açılıyor. Arabalarıyla gelenler araçlarını pazar yeri önündeki açık park alanına bırakıp alışverişlerini yapabilir. Kapalı pazar yerine girmeden hemen sol arada köylü teyzelerden taze süt, peynir, yoğurt, kaymak, yumurta ve değişik otlar alabilirsiniz. Pazar yerinin arka tarafındaki balıkçılarda ise kış mevsiminde deniz balıkları, yazın ise yörede tutulan sazan ve alabalık çeşitlerini bulabilirsiniz. Giriş katında sebze-meyve, üst katında ise giysi, ayakkabı ve zücaciye alışverişlerinizi yapabilirsiniz.

     Cumartesi pazarı ise Sahipata'da fuar alanında kuruluyor ve Afyon'un en büyük pazar yeri. Çarşamba pazarına göre fiyatlar daha uygun. Belediyenin kaldırdığı kırmızı otobüsler sadece kadınlara hizmet veriyor ve rahat bir şekilde pazar yerine ulaşmalarını sağlıyor. Diğer yerel yönetimlere örnek olacak bir davranış.

      Şehir merkezindeki diğer pazar yerlerinin nerede hangi gün kurulduğunu buradan okuyabilirsiniz.

     Görüşmek üzere...




15 Mayıs 2015 Cuma

HDP Meclise, MHP AK Partiyle Koalisyona

     Seçim öncesi anketler havada uçuşuyor. Her parti finansmanını sağladığı şirketlere kendini başarılı gösteren anketler yaptırıyor, öyle tarafsız anket yok sizin anlayacağınız.

     Seçim öncesi yapılan tüm hesaplarda kilit parti HDP. Öyle ki HDP'nin barajı geçmesi demek bir çok anket firmasının hesabına göre Ak Partinin kıl payı tek başına iktidarı kaçırması demek. HDP'nin baraj altında kalması ise Ak Parti'nin yine bir kaç milletvekili ile 330 referandum barajını geçmesi demek. Bu da Erdoğan'ı başkanlık sistemi noktasında umutlandırabilir. Tabi ki referandum da bıçak sırtı (%50-50 bandında) Ama görünen o ki Ak Parti hiç bir halükarda anayasa değişikliği yeter sayısı olan 367 milletvekillini bulamıyor.

     HDP seçim barajını aşması durumunda mecliste yaklaşık 60 milletvekiliyle temsil edilecek. HDP'ye en yakın duran parti CHP gözüküyor ama iki partinin sandalye sayısı hükümet kurmak için yeterli değil. Böyle bir hükümette MHP'nin yer alması veya dışarıdan desteklemesi imkansız siyasette var oluş felsefelerine ters. Aynı şekilde CHP-MHP koalisyonuna HDP'nin de destek vermesi mümkün değil.

     Ak Partinin seçimden birinci parti olarak çıkması kesin gözüküyor. Ama HDP'nin barajı aşması durumunda Ak Partinin bir kaç milletvekili ile 275 bandının altında kalması yüksek ihtimal. Böyle bir durumda Ak Parti ya diğer partilerden 5-6 milletvekili transfer etmeye çalışacak (Türk siyaset tarihi yeni bir "Güneş Motel olayı" ile karşı karşıya kalabilir.) ya da diğer üç partiden biriyle ortak hükumet kuracak. Her iki ihtimalde de Erdoğan'ın başkanlık sistemi projesi rafa kalkacak.

     Ak Partinin CHP ile ortak hükumet kurması tamamen ihtimal dışı. Bu hükümet ihtimali her iki partinin isteyerek oluşturduğu iki kutuplu siyasetin sonunu getirebilir ki bunu ne CHP ne de Ak Parti ister. Ak Partinin bu zamana kadar çözüm sürecini birlikte götürdüğü HDP ile hükümet kurması Erdoğan'ın ve Demirtaş'ın karşılıklı sert açıklamalarından sonra imkansız. Aynı zamanda Ak Partinin içerisindeki milliyetçi muhafazakar kesimin tepkisinden çekinecek olan Davutoğlu'nun bu riski alacağına sanmıyorum. 

     Erdoğan'ın milliyetçi açıklamalarına ve MHP kurmaylarının bir taraftan hükümeti sert bir şekilde eleştirirken diğer taraftan hükümetin projelerine sahip çıkmasına ve Ak Partiyle koalisyona kapılarını tam olarak kapatmamasına bakılırsa, HDP'nin barajı geçmesi durumunda, seçim sonrası en güçlü ihtimal Ak Parti-MHP koalisyonu olarak gözüküyor. Ak Parti-MHP koalisyonu; Ak Partiye en az zararla seçimden çıkma şansını ve iktidarını devam ettirme imkanını verirken MHP'ye ise alacağı bir kaç icracı bakanlıkla kendini gösterme ve oy oranını arttırma imkanı sağlayacaktır.

     Sonuç olarak HDP'nin barajı geçmesi MHP'yi Ak Parti'ye iktidar ortağı yapabilir. Siyasetin cilvesi işte...

14 Mayıs 2015 Perşembe

Belediye Başkanı Çoban'a Öneriler

     Yaşadığım şehirlere, hep daha da güzelleşmesi için neler yapılabilir gözüyle baktım. Afyon için de kendimce önerilerimi sizlerle paylaşmak isterim.

     Afyon'da sokaklar temiz, öyle yol kenarlarında çöp yığınları göremezsiniz. Şehir merkezinde mahalle sakinleri çöplerini belediyenin belirlediği saatler (akşam 8-9) dışında dışarı çıkartmıyor. Belki yeteri kadar geri dönüşüm kutusunun (plastik, kağıt, cam) olmaması bir eksiklik olarak not edilebilir. Tabi geri dönüşüm kutularını koymak da yetmiyor bilincin halk da yerleşmesi vakit alıyor. Afyon kendiliğinden dönüşen bir şehir, birçok yerde inşaat çalışmaları devam ediyor. Hafriyat kamyonları sokakları toz toprak içerisinde bırakıyor. (Özellikle de Afyon park Avm inşaatı çevresi)

     Şehir içerisindeki otobüs durakları gayet güzel olmuş. Ama otobüs durakları isimlendirilir ve belediyenin internet sitesindeki kent rehberiyle entegre edilirse özellikle Afyon'a ilk kez gelenler için çok iyi olur. Kent Rehberinde yapılacak ufak değişikliklerle internet üzerinden gideceği güzergahı seçecek olan vatandaş hangi otobüslere nereden binebileceğini öğrenmiş olur.

     Afyon'un sembollerinden olan Karahisar kalesi 226 m yükseklikte ve ulaşmak için 565 basamak çıkmanız gerekiyor. 2014 yılı ocak ayında Afyon Belediyesi kaleye olan ulaşımı kolaylaştırmak için gazetelere ilan vererek çözüm önerileri aramış ama üzerinden bir yıldan fazla süre geçmesine rağmen şu an için yapılan bir şey yok. Afyon Belediyesinin proje ve ihale süreçlerini hızlandırıp Karahisar kalesini daha ulaşılabilir kılması Afyon'un vizyonu için şart. Afyon manzarasını izleyen vatandaşlar projelendirilecek teras kafede Afyon'un meşhur lokumu eşliğinde çayını kahvesini yudumlayabilir.

     Afyon şehir merkezinde ciddi şekilde yeşil alan ve oyun parkı ihtiyacı var. İnsanların soluklanabileceği, çocukların oynayabileceği şehir parklarının yapılması Afyon için elzem.

      İnşallah aklıma geldikçe önerilerimi yazmaya devam edeceğim.


13 Mayıs 2015 Çarşamba

Neden Herkes HDP'ye El Verdi?

     Türkiye'de 2014-2015 seçim sezonunun son raundu 7 Haziranda milletvekilleri seçimleriyle olacak. Seçim propagandaları kapitalist ekonomi modelinin sonucu giderek derinleşen gelir eşitsizliği sebebiyle ekonomik vaatler üzerinden ilerliyor. Özellikle CHP resmi ideolojinin muhafızlığını yapmayı bırakıp Erbakan'ın eski talebesi Mehmet Bekaroğlu'nun etkisiyle "adil düzen" vurgusu yapıyor. MHP'de de durum aynı; emekliye, yaşa takılanlara, askeri ücretliye vaatler vaatler vaatler....

     Asıl ben size bugün HDP'nin üzerine konulan büyüteçten bahsedeceğim. Paralelcisinden Ulusalcısına, Kapitalistinden Komünistine herkes HDP'ye destek çıkar durumda. Neden ise belli "şu Ak Parti iktidarından kurtulalım da nasıl olursa olsun." zihniyeti. Zamanın da Numan Kurtulmuş'un Has Partisi'ne aynı destek gelmişti malum kesimlerden. Ama bu sefer iş biraz farklı. Üst akıl; MİT Başkanı'nı göz altına alma çabaları ve gezi olayları ile hile ve cebir ile iktidardan indiremediği Ak Parti'yi yeniden tek başına iktidar yapmak istemiyor  ve en az iki ortaklı bir koalisyon arzuluyor. Hangi parti olursa olsun birbirine yakın fikriyattaki kadroları Türkiye'deki rantlarından pay vermeden dışarıdan kontrol altına almaları, baskı altına tutmaları çok zor. Ak Parti iktidarlarında Erkan Mumcu, Abdüllatif Şener ve en son Abdullah Gül üzerinden denediler ama başaramadılar o yüzden yürütme erkinde en az iki kutuplu bir yapı olmalı. 

     TV'lerde en fazla Davutoğlu ve Erdoğan'ı görüyoruz. Bu Türkiye'deki iktidar-medya ilişkisinin rutin sonucu. Ama işin ilginci iktidardan sonra en fazla basında yer alan ikinci parti; Ana muhalefet partisi CHP veya MHP değil daha düne kadar bölge partisi olmakla itham edilen HDP. Cnntürk'te ve türevlerinde haftanın en az iki üç günü ya Demirtaş ya eşbaşkanı Yüksekdağ ya da yardımcıları prime time kuşağında konuk. Daha düne kadar PKK'nın yurtlarını yaktığı paralel yapının kanallarında istinasız her gün Demirtaş'a övgüler diziliyor. Öyle bir Demirtaş portresi çiziliyor ki sanırsınız barış güvercini. 6-7 Ekim olaylarında PKK'nın yaramaz çocuklarıyla iş tutan onlarca masumun ölümüne sebep olan Demirtaş gitmiş yerine bu ülkede yeniden barışı demokrasiyi tesis edecek bir hümanist kurtarıcı gelmiş.

     Demirtaş bir birinden farklı kesimlere aynı anda zeytin dalı uzatmaktan yılmış durumda. Güneydoğu'da demokratik özerklik, Ege'de laik parlamenter sistem. Anadolu'da çiftçilerle komünist, Antalya'da lüks otellerde iş adamlarıyla kapitalist. Tunceli'de Diyanet'i kapatacağız, Elazığ'da İnanç İşleri Başkanlığı...... Öyle kolay değil nerede ne söyleyeceğini bilmek. Meydanları karıştırıverirse  yandı. Düşünsenize Tunceli'de söyleyeceğini İzmir'de söylediğini, o meydandan çıkartmazlar adamı. Hani Erdoğan'ın siyaset hayatındaki açıklamalarını derleyip yapılan bir başbakan iki Erdoğan videoları var ya aynısını Demirtaş için yapsalar bir eş başkan kaç Demirtaş olur? vallahu-alem.

     En son seçime birlikte girdikleri sol blokta bile HDP'nin sol bir parti mi yoksa Kürt faşist partisi mi olduğu tartışması sürerken cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana bir Türkiyelileşme projesi aldı başına gidiyor. Her fikirden Kürt kardeşlerimin mecliste olmasını isteyen, temsilde adaletin barajla ipotek altına alındığına inanan biriyim. Ama küresel güçlerin Türkiye'deki işbirlikçileri Doğan medyası ve Paralel yapının HDP'yi barajın üstüne iteleme çabasından tedirginim. Bu işbirlikçiler hiç bir zaman kendi çıkarlarından başka bir şeyi düşünmediler.

     Önümüzdeki günlerde de seçim sonrası meclis aritmetiği üzerine bir şeyler yazarım inşallah. Hakkımızda hayrola....

12 Mayıs 2015 Salı

Afyon'da Nereden Ne Alınır?

     Bugün size Afyon'da nereden ne alınır nerede ne yenir onları anlatmaya çalışacağım. Afyon ege kültürüyle iç anadolu kültürünün kesiştiği bir yer. Bu durum yemek kültürüne de yansımış. Afyon mutfağında iç anadolunun et yemekleri ve hamur işi büyük yer tutmakla beraber daha önce yemediğiniz sebze yemeklerini burada tadabilirsiniz. Semt pazarlarına çıktığınızda bir çok ot çeşidi (ekşimen, haşhaş otu, ebe gümeci, güneyik, ısırgan...) görebilirsiniz.

     Afyon deyince akla ilk sucuk, kaymak, lokum ve haşhaş gelir herhalde. Afyon'da neredeyse her kasap kendi sucuğunu yapıyor. Sucuğun lezzeti; içinde kullanılan ete, yağ oranına, baharat miktarına göre değişiyor. Sizde kurban etlerinizden kasaplara sucuk doldurtabilirsiniz. Hatta siz de buradaki tarife göre damak tadınıza uygun kendi sucuğunuzu yapabilirsiniz. Tarif için tıklayınız. Afyon'da bir çok sucuk markasını deneme şansı bulduk, bizim damak tadımıza uyan ise Ahmet İpek Sucukları (36 TL/kg) (Uzun çarşı girişi sağda) oldu. Afyon'da et fiyatları (32-34 TL/kg) da uygun. İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere göre yüzde yirmi daha ucuz. Sakatat tercih edenler için ise Doğan Ciğercisinin ürünleri taze.

     Afyon'da lokum ve kaymak şekeri için tercih edebileceğiniz adres ise Yayla Lokumcusu (uzun çarşı sağdan ilk ara) özellikle kaymaklı lokumunu (17 TL/kg) denemelisiniz. Ama şimdiden söylemeliyim ki en az yarım saatlik bir kuyruğa hazır olun. Bana kaymak şekeri çok ağır geldi ama yine de güzel. Süt kaymağını (7-8 TL/kutu) çarşıdaki bir çok dükkanda bulabilirsiniz ama hepsi aynı marka kapalı ambalajda ve biraz fabrikasyon geldi bana yine de büyük şehirlerdekilere göre gayet iyi. Ben ise size bir pazar yeri bulup kaymağınızı (5 TL/tabak) köylü teyzelerden almanızı tavsiye ederim. Aynı zamanda pazarda taze süt, yoğurt, köy peyniri, yumurta da bulabilirsiniz.

     Afyon'da haşhaşlı, ıspanaklı, patatesli bükme gibi hamur işleri almak için ise herkesin ortak fikri Hisar Ekmek (tarihi PTT karşısı hatta biraz çaprazı). Pasta almak için ise Gülyurt'u (uzun çarşı girişi solda) tercih edebilirsiniz. Özellikle bademli ananaslı pastasını tek geçerim. Hülya Pastanelerini de öven çok oldu ama daha deneyemedim deneyince yazarım inşallah. Tatlı almak için ise kaymaklı ekmek kadayıfında Aftat (uzun çarşı girişi solda), baklavada Kahramanmaraşlı Şahin Usta (tarihi PTT karşısı) tavsiye edilir.

      Görüşmek üzere...

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Darbeci Kenan'a Devlet Töreni Yakışmaz

     Kenan Evren Paşa son ve daimi ikamet yeri olan ahirete 98 yaşında kavuştu. Evren Paşa 1980 darbesinin mimarı, önünde herkesin dik çöktüğü diktatör, arkasından ağlayan oldu mu bilmem ama ben öldüğüne üzüldüm; daha da yaşamasını, can çekişmesini, bir yüz yıl daha sürünmesini isterdim. Bu ülkedeki adalet düzenine inanmadığım için; adalet sağlanmadan, yaptıklarının hesabını vermeden hapse girmeden öldü edebiyatı yapmayacağım. Çünkü biliyorum ki Yüce Allah'ım (c.c); yüzlerce kişi öldüren, binlerce kişiye işkence eden, gözaltılarda kaybeden bir insan müsvettesine gereken cezası verecektir. Sadece göz altılarda çocuklarını kaybeden cumartesi annelerinin hakkına karşılık terazisine ne koyabilecek ki?

      Devlet hep katıdır. Hani bir şey söyleceksen önce bir destur çekmen bin düşünüp bir rica etmek gerekir ki derdini anlatabilesin. 1995’ten beri yakınlarının katillerini, çocuklarının mezar yerleri soran Cumartesi Anneleri’ne devlet cevap verdi mi? Kaale bile almadı almamaya da devam ediyor. Darbecilere bile yargı yolu tam 30 yıl sonra 2010 yılında açıldı.

      Ak Parti hükumetleri (özellikle ilk iki hükumet dönemi) bu ülkedeki bir çok anti demokratik uygulamaya son verdi. OHAL'in kaldırılması, karakollarda işkencesinin rutin uygulama olmaktan çıkarılması, DGM'lerin kapatılması, 301. madde değişikliği vb. ciddi ve önemli reformlardı. Ama şu katile devlet töreni düzenleme saçmalığı nereden çıktı Allah (c.c) aşkına. 

     Sayın Başbakanım annenizi bu kadar severken, anneleri hep ayakları öpülesi insanlar olarak görürken (en son reklam filmi gerçekten güzel olmuş bu arada) binlerce anneyi üzen, kahreden, ocağına ateş düşüren bu zata 'vatandaşın' parasıyla tören düzenlemek içinize siniyor mu? Başbakanım bakanlar kurulu toplayın ve bu ucube töreni düzenlememe kararı alın ve tarihe geçin. Ahmet Hocam başbakan kimliğiniz buna izin vermiyorsa devlette teamüller var diyorsanız bu gece için apoletlerinizden kurtulun ve sadece bir alim olarak bir baba olarak karar verin.

     Farklı Başbakan Ahmet Hocam'a selam ile....

10 Mayıs 2015 Pazar

Afium'a dair

     Afyon şehir merkezinde şu an için bir AVM yok. (Afyon Park Avm'nin inşaatı eski otogar alanında devam ediyor ve eylül ayı gibi açılacak.) Ama dolmuşla yirmi dakika mesafede birbiriyle karşılıklı konumda Özdilek ve Afium var. (Malesef servisi yok.) Afium'u gezme şansı buldum bugün size ondan bahsedeceğim. Özdilek'e gidince ona dair de yazarım inşallah.

     Afium'da birçok markanın (LC Waikiki, Mango, Accort, Adidas, Adil Işık, Altınyıldız......Yards) mağazası mevcut. Aynı zaman da sinemaya gidebilir çocuklarınızla bowling salonu ve oyun alanlarında eğlenceli vakitler geçirebilirsiniz. 5M Migros'ta market alışverişinizi yapabilir, Tekzen'den evinize bir şeyler alabilirsiniz.

     Afium'da yemek yiyebileceğiniz Bay Döner'inden Köfteci Ramiz'e, Mado'dan Özsüt'e kadar bir çok bilindik restaurant mevcut. Biz ise Müstakbel Kebap'ta İskender yedik. Hizmet kalitesi ve restaurantın düzeni güzel ama lezzet kalitesi vasat yine de Afyon'da yabana atılmayacak bir alternatif.

     Tekrar görüşmek üzere...

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Dayton'un Tutsağı Bosna: Zvornik Özelinden Genele

     Yugoslavya, evet biz zamanların doğal kaynakları, sanayisi ve insan gücüyle güçlü dinamik ülkesi. Avrupa'nın 'medeni' devletleri tarafından halklarının arasına kandan sınırlar çekileli yaklaşık 20 yıl oldu. Yüzyıllarca kardeşçe yaşayan Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar, Slovenler, Makedonlar şimdi ayrı ve birbirine düşman.

     1992-1995 yıllarında 50 bin kadına sistematik şekilde tecavüz edildiği, iki milyon kadar insanın yurdundan sürüldüğü, yüz binden fazla insanın hayatını kaybettiği BM gölgesindeki Sırp Çetnik katliamının üzerinden tam yirmi yıl geçti. Aynı zamanda Batı'nın Boşnakların ayaklarına pranga taktığı Dayton 'sözde barış' antlaşmasının üzerinden de. Dayton'a büyük bir parantez açmak gerekirse: 

       Dayton Anlaşması’na göre ülke Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti iki entiteye ayrılmış durumda. Bunlardan nüfus bakımından daha az homojen olanı (yüzde 70 Boşnak, yüzde 28 Hırvat, yüzde 1 Sırp) Bosna-Hersek Federasyonu da kendi içerisinde 10 kantona bölünmüş. Her iki entitenin altında ayrıca yerel yönetimlerden sorumlu belediyeler var. Böylelikle ülkenin idari yapısı devlet, entite, kanton ve belediyeler şeklinde dört katmandan oluşmaktadır. Her bir katmanın kendi meclisi var ve devlet, entite ve kantonlara ait ayrı ayrı anayasalar ve meclis ve bakanlar kurulları var. Yani ülkede onlarca bakan, onlarca vekil ve yüzlerce üst düzey bürokrat var. Bu yüzden de ülke yönetimine içinden çıkılmaz bir karmaşa hakim. Bosna-Hersek’te ülke yönetimi üç etnik kurucu unsur (Boşnak, Sırp ve Hırvat) arasında güç paylaşımı esası üzerine kurulmuş durumda. Üç etnik grup siyasi kurumlarda, bürokraside ve devlet dairelerinde belli oranlarda temsil edilmesi zorunlu. Siyasetçiler veya bürokratların oturacakları koltukları mensup oldukları etnik kimlik belirliyor. Bu da ülke siyasetinin milliyetçi çizgi debelenmesine yol açıyor. Bosna Hersek'in sadece IMF'ye olan borcu 594.31 milyon avro, İşsizlik almış başını gidiyor. Daha geçen aylarda halk sokaklara döküldü. Ama ülke hazinesi ülke bürokrasinin maaşını bile ödemekte zorlanıyor. Bütün bu ortak sosyo-ekonomik sıkıntılara rağmen siyasi partilerin tek derdi mensup oldukları soydaşlarına şirin gözükmek.

       Gelelim geçen haftaya Zvornik'te bir Sırp karakolu basıldı ve 2 Sırp polisi yaralandı ve bir Sırp polisi saldırganla beraber yaşamını yitirdi. Saldırganın adı Nerdin İbriç; 24 yaşında Boşnak bir genç. Ölen genç henüz 1 yaşındayken babası Seyfi İbriç, 1992 yılında Zvornik’te Sırp Çetnikler tarafından kurşuna dizilerek katlediliyor. Nerdin İbriç, annesi ile birlikte uzun yıllar mülteci kamplarında yaşıyor savaşın ardından da ise Zvornik’teki Kuçiç Kula köyüne dönüyor. Zor koşullarda büyüyen genç Dayton'un esir aldığı ülkenin yüzde 65 işsiz nüfusundan sadece biri. Ve netice bilindik son; İbriç kendini bir anda Vehhabilerin arasında buluveriyor. Öldürülen 48 yaşındaki Sırp polis ise Byelyina bölgesinde Boşnak sivillere karşı işlenen soykırımda rol olan bir savaş suçlusu. (Belki de babasının katili)

       Gelelim Bosna'da yürekleri ağızlara getiren bu olayın asıl sebebine: Yaşanan soykırımın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen adalet karşısında hesap veren katil sayısı sadece 500. O katiller tecavüzcüler şimdi halkın arasında ellerini kollarını sallaya sallaya mağdur ettiklerinin yüzüne baka baka geziyorlar. Geciken adaleti , mağdurların çocukları kendini canları hiçe sayarak sağlamaya çalışıyor. Bosna'da yeniden gözyaşı ve kan akmaması için adalet sağlanmalıdır.